Meleklerin varlığını inkâr edenlerin söyledikleri tek şey “Melekleri görmüyoruz. Görmediğimiz şeye nasıl inanalım?” sözüdür. Hâlbuki bu söz sadece melekleri değil, beraberinde birçok şeyi de inkâr ettirmektedir. Zira insan bu alemde çok az şeyi görebilmekte ve 5 duyu organıyla çok az şeyi fark edebilmektedir. Mesela gözümüz 1 mm’nin 5’te 1’i kadar küçük cisimleri görebilir. Ama daha küçük olanları göremez. Şimdi 1 mm’nin 5’te 1’inden küçük olan cisimleri inkâr mı edeceğiz? Aynı zamanda arkadaşlar biz ışığın sadece 7 rengini görebilmekteyiz ve 7 rengin dışındaki renkleri görememekteyiz. Şimdi görebildiğimiz 7 rengin dışındaki renkleri inkâr mı edeceğiz? Yine biz insanlar titreşimi 0.4 ile 0.7 arasında olan ışınları görebilmekteyiz. Bu dalga boyundaki ışınları gözümüzün retina tabakası sinirler vasıtasıyla tanıyabilirken, bunun dışındaki yüzlerce, hatta binlerce ışığı görememekteyiz. X, Gama, Morötesi, Kızılötesi, Radar, Kozmik, Röntgen ve Radyoaktif ışınları bunlar arasında sayabiliriz. Şimdi bütün bu ışınları görmediğimiz için inkâr mı edeceğiz? Ve bu inkârımızla haklı mı olacağız? Maddenin en küçük parçası olan atomu görebilen olmamıştır. Atom mikroskopla da görülememektedir. Ama kimse varlığı konusunda şüphe etmiyor. Hatta bütün bilim adamları atomu maddenin en küçük yapı taşı olarak kabul etmektedir. Yani bütün bilim adamları görmediğine inanıyor. Arkadaşlar, âlemi bir kenara bırakarak sadece kendimize bakarsak yine göreceğiz ki vücudumuzda olan akıl, hayâl, hafıza gibi görünmeyen varlıklar, görünenlerden kat kat fazladır. Arkadaşlar, ayrıca görmediklerimizi saymaya kalkarsak bu çok uzun bir sayma işlemi olacaktır. Zira insanlar bu kâinatın milyonda birini bile görememektedir. Acaba geriye kalan milyonda 999.999.999’luk kısmını inkâr mı edeceğiz? Eğer inkâr etmezsek, ki edemeyiz, o hâlde görmediğimiz için meleklerin varlığını inkâr etmenin bir mantığı kalır mı? O hâlde yol ikiye ayrılıyor arkadaşlar. Birincisi şu ki: Görmediği için melekleri inkâr edecek, bununla birlikte kâinatta görmediği her şeyi inkâr etmek zorunda kalacaktır. İkincisi ise: Kâinatta görmediği birçok eşyayı kabul ettiği gibi hadsiz dellilerle vücudları ispat edilmiş meleklerin varlığını kabul edecek. Üçüncü bir yol olan; işine geleni kabul etmek, işine gelmeyeni kabul etmemek ise bir yol değil, sadece bir safsatadır ve kişinin kendini aldatmasıdır. Hem “Görmediğim şeye inanmam” safsatasının altında aklın görevini göze yükleme yanlışı yapılmaktadır. Hâlbuki insandaki her bir duyu ayrı bir âlemin kapısını açar, birinin görevi diğerinden beklenmez. Mesela göz kulağın vazifesini yapmaz, burun dilin görevini göremez, insan gözüyle ne yemeğin tadına ne bülbülün sesine ne de gülün kokusuna bakabilir. Göz bu organların işlevlerini yerine getiremediği gibi aklın fonksiyonunu da elbette icra edemez. Aklın vazifesini gözden beklemek, kulağın vazifesini burundan beklemek gibidir. Sözün özüne gelecek olursak Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Risale Nur eserinde şunu söylemekte:”Zemin gibi semavatın da sekeneleri bulunsun…”, yani sakinleri bulunsun. Biz diyoruz ya “bina sakinleri”, semavatın da sakinleri bulunmak zorundadır. Arkadaşlar, bir bardak suya mikroskopla baktığımızda içinde bir sürü canlı var. Vücudumuzda kan hücreleri içerisinde yine canlılar olmak zorunda. Toprağın içerisinde, gökyüzünde, havanın içinde, balıkların dışında denizlerde bizim gözümüzle göremediğimiz ama mikroskopla ya da geliştirilmiş teknolojik aletlerle gördüğümüz canlılar bulunmakta. Çünkü Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri şunu devam ettiriyor, diyor ki:”Allah’ın Hak ismi her şeye hakkını verir, hikmeti de bunu gerektirir”. Bu küçücük dünyaya baktığımızda kâinatın tamamını ihata edemiyoruz aklımızla. Yani Samanyolu Galaksisinde bile takriben güneş kadar olan 300 milyardan fazla yıldız bulunmakta. Arkadaşlar, bir binaya baktığımızda o binanın ışıkları yanıyorsa tabii ki orada yaşayan canlılar vardır deriz. Orada bir ışık yanıyorsa “oraya o ışığı takan birileri olmak zorunda” deriz. Gözümüzle görmediğimiz melekleri ve ruhanileri inkâr edemeyiz. Çünkü biz gökyüzüne baktığımızda Ay sadece bize uydu olsun diye oraya konumlandırılmamış. Ya da yine gözümüzle gökyüzüne baktığımızda yönümüzü bulmamız için yıldızlar tayin edilmemiş. Allah’ın hikmeti bir ağaca bile belki binlerce, belki de milyonlarca hikmetler yüklerken, nasıl olur da yıldızlar sadece biz yönümüzü bulalım veya gökyüzüne bakarken sıkılmayalım diye dizilmiş olsun. Tabi ki orada da oraya uygun canlılar, yani melekler olmak zorundadır. Niye? Oradaki mesafeler çok uzun olduğundan çok hızlı hareket etmek zorundalar. Bizim gibi olmadıkları kesindir. Çünkü bizler zaten bir yerden bir yere gidene kadar ömrümüz tükenip gidiyor.